Denizinyeri09
  Muammer Kaddafi kimdir
 




Muammer Kaddafi kimdir


Çadırım olmadan asla!

Misafirlerini çadırda ağırlayan, gittiği her ülkeye çadırını da götüren Kaddafi’nin yönettiği Libya; İtalya, İngiltere, Rusya ve Fransa gibi ülkelerin markajında. 200 milyar dolar nakit para ile doğalgaz ve petrol rezervleri, Kaddafi’nin en önemli gücü. 


1942’nin baharıydı. Akdeniz kıyısındaki petrol zengini ülkede sömürgecilerin paylaşım savaşı sürüyordu. İngilizlerle Almanların tank ve top sesleri, ıssız Sirt Çölü’nde yankılanıyordu. Direnişin sembolü ‘Çöl Aslanı’ Ömer Muhtar, ülkeye ilk çıkan İtalyanlarca asılmıştı; ama petrol kuyuları onlara da yar olmamıştı. İkinci Dünya Savaşı’na kendi saflarında giren İtalya’nın yardımına Nazi birlikleri koşmuştu. Osmanlı’dan koparılan Trablusgarp (bugünkü adı Libya) eyaletinde acımasız bir savaştı yaşanan; bir damla petrol içindi akıtılan kan.

Savaşın sesi, Sirt Çölü’nde yaşayan Libya’nın asıl sahipleri Berberi kabilelerine de ulaşıyordu. Muhtar’ın şehit edilmesinin ardından bağımsızlık umutları azalmıştı, kendilerini çöle emanet etmişlerdi. Geceleri keçi kılından çadırların önünde yakılan ateş etrafında eski günler yâd ediliyordu; Osmanlılı günler... Kahraman Türk zabitleri, Kurtuluş Savaşı’nda Osmanlı için şehit düşenler…

Yine böyle bir gecede yankılanan çocuk ağlaması, Arap-Berberi kökünden gelen El-Kaddafi kabilesinin tüm çadırlarını sarmıştı. 60 yaşındaki Muhammed b. Abdüsselam’ın üç kız çocuğunun ardından bir oğlu olmuştu. Baba Abdüsselam, oğlu olması için bölgenin dinî önderlerinden Seydi Muammer’in yüzü suyu hürmetine dua etmişti. Bundan dolayı oğluna isim bulmakta zorlanmadı. Küçük Kaddafi’ye Muammer adını verdi.

Çocukluğunu çölde keçi ve deve çobanlığıyla geçiren Muammer Kaddafi’nin gün gelip ‘Libya Arap Halk Sosyalist Cumhuriyeti’ni yöneteceğine kim inanabilirdi? Eğitimine 8 yaşında Kur’an kursuyla başlayan Kaddafi’nin asker olacağına kimse ihtimal vermiyordu o günlerde. Fizan’dan gelen Kur’an hocası, sureleri çok kısa zamanda ezberleyen bu çocuğu sevmişti. Babası, hocanın tavsiyesi, küçük Muammer’in hevesi karşısında imkânı olmasa da onu Sirt’deki ilkokula yazdırdı. Okul, çadırlarına uzaktı. Her gün gidip gelemiyordu, yakındaki mescit onun ikinci evi olmuştu. Ailesini tatil günlerinde ziyaret ediyordu. İlkokula başladığında yaşı 10’a dayanmıştı, zekâsı ve güçlü hafızasından dolayı kısa zamanda açıklarını kapattı. Altı kişilik Kaddafi ailesinde artık okuma yazma bilen biri vardı, babası oğluyla gurur duyuyordu.

İlkokulun ardından Sebha’daki ortaokula devam eden Muammer Kaddafi, ‘çölün’ çekingenliğini üzerinden atmıştı. Artık siyasete de girmişti. 1950’lerde tüm Arap dünyasını saran Sosyalist Arap Milliyetçiliği’nden, akımın önderlerinden Mısır’daki Cemal Abdülnasır’dan etkilenmişti. ‘İşbirlikçi hükû- meti’ protesto etmek üzere öğrenci gösterileri düzenliyor, Abdülnasır’ın posterlerini dağıtıyordu. İlk vurgunu bu dönemde yedi. Çok geçmeden izinsiz gösteri tertiplediği ve Abdülnasır’ın posterlerini dağıttığı gerekçesiyle okuldan uzaklaştırıldı. Fizan’dan ayrıldı, eğitimine Mısrata’da devam etti. Ancak muhalefeti bırakmadı. Daha sonraları devrim komita konseyine dönüşecek gizli örgütü arkadaşlarıyla bu dönemde kurdu. Belli periyotlarla kuytu köşelerde gizlice buluştular. Gündemleri sadece devrimdi.

REJİMİ DEVİRMEK İÇİN ORDUYA KATILDI

1963’te bitirdiği lisenin ardından Bingazi’deki harbiye okuluna girdi. Askerliğin onu devrime götüreceğine inanıyordu. Çocukken babasından dinlediği kahramanlık hikâyeleri de askerliği seçmesinde etkili olmuştu. Kaddafi’nin dedesi, İtalyanlara karşı giriştiği çarpışmalarda şehit düşmüştü. Babası da 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle çarpışırken omzundan vurulmuştu. Küçük Kaddafi’nin çöl gecelerindeki tek eğlencesi de anlatılan bu anekdotlardı. Babası belki yüzlerce kez anlatmıştı ona Türk zabitlerinin korkusuzca girdiği kanlı çatışmaları. Türkleri yine bu hikâyelerden öğrenmişti ilk. Kaddafi, harbiyede okurken güvendiği arkadaşlarını da bir bir askerî okula çekti. Örgütlenmesi bu dönemde askerî kabuğa bürünse de üniversitede okuyanlar da vardı.

Okuldan teğmen rütbesiyle mezun olan Kaddafi, faaliyetlerini daha da hızlandırdı. Bu dönemde aldığı Volkswagen marka arabası, arkadaşlarıyla iletişimini kolaylaştırmıştı. Her gece farklı bir kişiyle aynı konuyu görüşüyordu: Darbe… Artık gizlikleri de çok kalmamıştı. Libya kamuoyu ‘Hür Subaylar Grubu’nu öğrenmişti. Çoğu genç subaydan oluşan bu grup istediğini de çok geçmeden elde etti. 1 Eylül 1969’da Kral İdris’i kansız bir darbeyle devirip yönetimi ele geçiren Hür Subaylar Grubu, Yüzbaşı Muammer Kaddafi’yi İhtilal Komite Konseyi’nin başkanlığına getirdi. Sabah 4 sularında önceden hedef aldıkları tüm devlet birimlerinde kontrol sağlanmıştı. Başta ABD olmak üzere dünya da sesiz kalmıştı darbeye. Kral İdris de durumu kabullendi.

Kaddafi, birinci yıl dönümünde darbeyi Libya Televizyonu’nda şöyle anlatıyordu: “İhtilal düşüncesi bizler henüz bir lise öğrencisiyken başlamıştı. Bu düşüncelerle liseyi bitirir bitirmez harbiye okuluna girmeyi kararlaştırmıştık. Zaman zaman Fizan, Mısrata ve Trablus’un ıssız yerlerinde gizlice buluşuyorduk… Başta sivil bir teşkilat olan bu yapı benim gibi bazılarımızın askerliğe intisap etmesiyle yeni boyuta girdi ama hiçbir zaman parti kurmayı düşünmemiştik...”

Kaddafi’nin 39 yıllık iktidarı, Ocak 1970’te kurulan yeni hükûmetle başladı aslında. Yeni hükûmetin başbakanlığına Kaddafi getirilmişti. Bu görevle birlikte Kaddafi, ortaokuldan itibaren dillendirdiği sosyalist Arap milliyetçiliğini ülkeye hâkim kılmaya başladı. Başta petrol hususunda olmak üzere yabancılarla yapılan tüm anlaşmaların sürelerini uzatmama kararı aldı. Ardından yabancıların sınır dışı edilip yabancı bankaların devleştirilmesine imkân sağladı. Kral’ın İngiltere ve Amerika ile yaptığı askerî anlaşmaları da lağvetti. Nasır ve Filistin lideri Yaser Arafat’la sık sık görüşüp emperyalizme karşı blok çalışmalarına destek verdi. Düşlediği sosyalist Libya’yı inşaya çalışıyordu.

Darbeyle birlikte monarşi de sona ermişti. Yeni ‘Libya Arap Cemahiriyesi’, Kaddafi’nin ‘Üçüncü Evrensel Teori’ dediği, sosyalizm ve İslam karışımı bir politik rejime kaydı. Dünyada sosyalizm ile yönetilen iki devletten biri Küba, diğeri ise Libya. Kaddafi, 1951’de anayasayı kaldırdı, 1977’de dört maddelik geçici bir anayasa yazdırdı. Yabancıların tasfiyesi ve katı devletçi politikalar ülkeye 1980’lere kadar bir büyüme sağladı. Ancak 1980’lerin başında ABD-Libya ilişkileri gerginleşti. 1986’da ABD, Almanya’daki bir diskoteğin bombalanmasından Libya’yı sorumlu tutarak Trablusgarp ve Bingazi’yi bombaladı. Kaddafi saldırıdan kıl payı kurtulurken, evlatlık edindiği küçük kızı yaşamını yitirdi. Libya vurulmuştu. 1988’de Londra-New York seferini yapan 103 sefer sayılı uçak İskoçya’nın Lockerbie kasabasına düştü. Toplam 275 kişi öldü. Araştırmada patlayıcıları uçağa Libya uyruklu bir eylemcinin yerleştirdiği iddia edildi. Ardından 20 yıl sürecek ambargolar başladı.

KADDAFİ’NİN DIŞA AÇILIMI 2003’TE BAŞLADI

Kaddafi, Lockerbie’nin sorumluluğunu kabul etmemişti, ancak 2003’te tavrını değiştirdi ve hem suçluları İskoçya’ya iade etti hem de kurbanların ailelerine tazminat ödedi. Aynı yıl nükleer programdan vazgeçtiğini açıkladı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Uygulanan ambargolar bir anda kaldırıldı, ABD’nin teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarıldı, Kaddafi’nin çadırı dünya başkentlerinde görülmeye başladı. Akabinde eski sömürgeciler İtalya ile İngiltere hem özür diledi hem de Kaddafi ile el sıkışmak üzere Trablusgarp’ın yolunu tuttu. Tabii Kaddafi de hazırlıklıydı. Tony Blair’i, Nicolas Sarkozy’yi, Silvio Berlusconi’yi ve en son Viladimir Putin’i bedevi çadırında karşıladı. Ardından ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile de görüştü. Kaddafi, görüşmeden bir yıl önce Rice’a duyduğu sempatiyi şöyle dile getirmişti: “Arkasına yaslanarak Arap liderlere emir verme şekline hayranım ve bundan gurur duyuyorum. Onu çok seviyorum. Ona hayranım ve onunla gurur duyuyorum; çünkü Afrika kökenli siyah bir kadın.”

Peki, Libya’ya artan bu ilginin perde arkasında ne var? Libya, zengin petrol ve gaz rezervleri üzerinde bir devlet. 1,5 tirilyon metreküplük doğalgaz rezervinin yanı sıra 50 milyar varil de petrole sahip. Jeo-stratejik konumu da oldukça önemli, Afrika’nın Akdeniz’e açılan limanı konumunda. Yakın zamanda 4,5 milyar alacağını silen Rusya’nın Trablusgarp yönetiminden liman talep ettiği de biliniyor. Afrika’daki yatırımları ve mevcut su potansiyelinden ötürü sözü dinlenen Kaddafi; Sudan, Çad ve Mısır’la iyi ilişkiler içinde. Buna ek olarak ordusunu yenilemeye yönelen Libya, Rusya, Çin gibi silah satıcılarının listelerinde. Kaddafi’nin Moskova ziyaretinde imzalanan ve 2 milyar doları aşan silah anlaşmasında savaş uçaklarının yanı sıra S-300 füze sistemleri de var. Yıllarca ambargo altında yaşayan yaklaşık 8 milyonluk (2 milyonu yabancı) ülke aynı zamanda büyük bir pazar konumunda. Altyapı açığının yanı sıra inşaat sektörüne de ihtiyaç var. Ve büyük ülkeler bu pazarın farkında ve pay koparma derdinde.

DIŞA AÇILIM, REJMİ DEĞİŞTİRECEK Mİ?

Kaddafi Libyası’nın 2003’ten bu yana kabuk değiştirdiği apaçık bir gerçek. Bir yüzünü Batı’ya döndüğü, içe dönük reformların masada olduğu ve dünyanın artık bu ülkeyle ticarete giriştiği de ortada. Geçen yıl Fransa, Libya ile 10 milyar Avro’luk anlaşmalar yaparken, bu yıl da Rusya, Trablusgarp ile 3 milyar dolarlık anlaşmalara imza koydu. Anlaşmalar, Libya’nın dünyaya entegre olduğunu da kanıtlıyor ancak kırmızı çizgiler de yok değil: ‘Kendine özgü şeriatın uygulanması, iç güvenlik, toprak bütünlüğü ve Kaddafi.’ Şimdilik bunlara dokunulmuyor.

KADDAFİ SONRASI FLU

Ya Kaddafi sonrası? 67 yaşına giren Kaddafi’nin geçen yıl bir beyin kanaması geçirdiği biliniyor. Ancak ondan sonrası iktidar net değil. Kaleme aldığı ‘Yeşil Kitap’ta da bir işaret bulunmuyor. Altı erkek bir kız çocuğu var ama hiçbiri direkt vâris olarak öne çıkmıyor. Libya Olimpiyat Komitesi Başkanı büyük oğlu Muhammed, Kaddafi Yardım Organizasyonu’nun başındaki ortanca oğul Seyfülislam, Libya Futbol Federasyonu Başkanı üçüncü oğlu Albay es-Sadi ve Saddam’ın avukatlarından, Sorbonne mezunu kızı Ayşe Kaddafi olası adaylardan. Aslında üç oğlu daha var: El Mutassim, Hanibal ve Hamis. Ama henüz oldukça gençler. Kadifisonrası bilinmeyen bir denklem.

Zengin yeraltı kaynakları, jeo-stratejik konumu ve son yıllarda dünyaya açılan yüzünden dolayı Kaddafi ve Libya’nın önemi ileriki günlerde daha da artacak. Sömürgecileri özür dileyerek aralamaya çalıştığı Libya kapıları, tarihî bağlardan dolayı Türkiye’ye açık. Kıbrıs çıkarmasında Türkiye’ye silahlarını gönderen Libyalılar da Türklerin yolunu gözlüyor. Gereken tek şey ise bu yönde atılacak yeni bir adım.





TÜRK-LİBYA DOSTLUK DERNEĞİ 32 YILDIR FAALİYETTE


1977’de kurulan ve yaklaşık 32 yıldır faaliyet gösteren Türk-Libya Dostluk Derneği özellikle 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında adından sıkça söz ettirdi. Kurucuları arasında merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Ali Coşkun, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Kazım Oksay ve Cahit Aral da yer alıyor. Hâlen başkanlığını Prof. Dr. Emin Özbaş’ın yaptığı dernek, iki ülke arasındaki ilişkilerin en iyi seviyeye çıkması için sosyo-kültürel faaliyetlerini devam ettiriyor. 2005 yılında Libya hükûmetinin davetlisi olarak bu ülkeye yapılan ziyaret iki ülke arasındaki ilişkilere yeni bir ivme kazandırdı. Libya’da da Libya-Türkiye Dostluk ve Kardeşlik Cemiyeti bulunuyor. Her iki sivil kuruluş arasında karşılıklı fikir alışverişi ve ziyaretler düzenleniyor. Gelecek yıllarda geçmişte olduğu gibi iki kuruluşun müşterek kültürel faaliyetler gerçekleştirmesi planlanıyor.





Afrika Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Kavas: DÜNYA LİBYA’DA, BİZ NEDEN OLMAYALIM?

1980’lerin başında 100 binden fazla işçimize iş imkânı sağlayan ve özellikle Türk müteahhitlerinin dünyaya açılan kapısı olan Libya, İstanbul’daki Laleli pazarına valiz ticaretinin ilk müşterilerini gönderen ülkeydi. Öyle ki 1990’lardaki ambargoya kadar Libya’dan 20 milyar dolar civarında bir gelir elde etmiştik ve 70 sente muhtaç olduğumuz günlerdeki krizden çıkmamızda bu gelirlerin büyük katkısı olmuştu. Ayrıca genç subaylarını, bugün eğitimli devlet ve ilim adamlarının önemli bir kısmını da ülkemizde yetiştiren Libya, Arap-Berberi Müslüman nüfusu yanında hatırı sayılır sayıda Türk kökenli insanların yaşadığı kardeş bir ülke. Değişen dünya dengelerinde Türkiye’nin Libya ile ikili ilişkilerini en üst seviyeye çıkarması sadece iki ülkenin değil, Akdeniz havzası ve Afrika ülkelerinin de menfaatine. Fransa, İtalya, Almanya, Rusya ve özellikle ABD gibi ülkelerle son beş yılda ilişkilerini en üst seviyeye çıkaran Muammer Kaddafi, ABD ile ilişkileri de en üst seviyeye çıkardı. Sadece 2007’de Fransa ile imzaladığı ikili anlaşmaların değeri 15 milyar doları aştı. Nükleer enerji sektörü başta olmak üzere pek çok alanda yatırım imkânı sağlandı. Halen 7 bin doları bulan kişi başına düşen millî geliriyle Afrika ülkeleri arasında birinci sırada. 2003 yılından itibaren Libya’yı serbest ekonomiye geçirmek için çalışan Kaddafi, ülkenin her tarafında altyapı çalışmalarına büyük önem veriyor. Bu da iş adamlarımıza yeni fırsatlar doğuruyor.
Türk dostu İdris Es-Sunusi, Kaddafi'nin darbesiyle çekildi...

Trablusgarp artık elden çıkmıştı tıpkı diğer Osmanlı toprakları gibi… Kimisine göre yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştı. Ama Enver Paşa’ya göre üzerimizde tarihi bir sorumluluk ve yapılması gereken çok iş vardı.
Trablusgarp’ın o zamanki koşullarda İtalya’ya verilmemesi imkânsız bir olaydı. Mutlaka diğer ata yadigarı topraklarımız gibi, burası da yüzyıllarca Müslümanlar’a kan kusturmanın vaktini kollayan Hristiyan dünyanın insafsız avuçlarına bırakılacaktı. Bunu Enver Paşa çok iyi biliyordu. Ama buraları sonsuza kadar İtalya sömürgesinde yaşatmaya hiç niyeti yoktu. Selman Kayabaşı’nın da dediği gibi

“Çam da bizim çamdan düşecek kozalak da..”

düşüncesindeydi.

Bugün Osmanlı ile manevi bağlara sahip, Hz. Osman döneminden itibaren İslamiyet’i seçen Trablusgarp (Libya) bir Hristiyan devleti’nin sömürgesi olamazdı. Bütün bu hissi düşüncelerin yanı sıra, var olan bir gerçek de Osmanlı’nın artık son nefesini tüketmesiydi.

İslam aleminin hiç olmazsa şerefiyle kanının son damlasına kadar savunması gerektiğine inanan Enver Paşa, emrindeki genç subayları farklı kimliklere sokarak bu bölgeye gönderdi.

(Tarihimizde sadece bundan söz edilir. Ama Enver Paşa’nın önderliğindeki bu oluşum çok farklı ülkelerde aynı çalışmayı sürdürecekti ve bugün var olan birçok devletin temeli a tılacaktı)

Gelen subaylar aracılığı ile buradaki yerli Müslüman halka İtalyanlar karşısında direnmeleri için gerilla savaşı eğitimi verildi. Bu genç subayların içinde M. Kemal ve Eşref Kuşçubaşı gibi simalar da vardı.

Özellikle buradaki Senusiler önemli nüfuz sahibiydiler. Anadolu’dan gelen genç ve gönüllü subaylar Senusiler’e gerekli her şeyi öğretip onlarla sırt sırta vererek savaşacaklardı. Tabii Osmanlı Devleti’nin bu sırada Balkan sorunu patlak vermişti. O yüzden gerekli silah yardımı ve maddi yardım istenen seviyede gelmiyordu Anadolu’dan.. Enver Paşa’nın gönderdiği yetenekli bir çok subay burada istiklal çakmağını çakıp kendilerine ihtiyaç duyulan Anadolu’ya tekrar geçmek zorunda kaldılar. Artık Senusiler’in yanında sadece dualar ve kalplerindeki imanları kalmıştı.

İtalyanlar Libya’yı kıyı kesiminden itibaren ele geçirmeye başladılar, fakat iç kesimlere giremiyorlardı. Yerli halkın örgütlenmesinden dolayı çok şiddetli bir direnişle karşılaştılar. Otuz yıl süren bu direnişe karşın ancak Mussolini döneminde İtalya Libya topraklarına tam anlamıyla sahip olabildi. Bunda silahsal gücün ve maddi gücün önemi ön plana çıkıyordu. Sonraları İtalyanlar tarafından idam edilen Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarından Libyalı Ömer Muhtar adlı muhterem zat elindeki 100 ile 300 atlı ve yaya askeri ile İtalya’ya önemli zayiatlar verdirmeyi başarmıştır. Ama Ömer Muhtar’ın Senusi hareketine ihanet eden çocukluk arkadaşı Senusi şeyhi Şerif el Giryani ve 13 kabile şeyhi davayı satmışlardı. Savaş çok zor şartlar altında devam ediyordu ve artık Muhtar’ın ekiplerinden de çatlak sesler duyulmaya başlamıştı.


Ömer Muhtar’a içlerinde bulundukları fevkalade sıkıntılı durum sürekli vurgulanıyordu. Muhtar’ın tavrı netti ve tarihe kaydolacak şu sözleri söyledi.
“Vallahi, zafer veya şehadete ermeden bu dağları terk etmeyeceğim ve İtalyanlara karşı devam eden bu savaşı asla durdurmayacağım. Mısır’a gitmek isteyenler buyurup gitsinler, İtalyanlara teslim olup ölümden kurtulmak isteyenler de teslim olsunlar, hiç kimse onları tutmuş değildir.”

Bu cümlenin üzerine herkes hatasının farkına varmış ve cihada devam etmiştir. Çatışmaların daha da çetinleştiği bir dönemde General Mezzetti bir raporunda buna şöyle değiniyordu. “Direniş buralarda tarihe mal olmuştur ve kural tanımayan bu insanlara tarih boyunca silahlı kuvvet zoruyla kanun ve nizam empoze edilebilmişti. Cihad ruhuna sahip bu göçer insanları çiftlik sahalarına ve şehirlere çekmeden pek fazla bir şeyin değişmeyeceğini söyleyebiliriz.”

Ve kısa bir süre sonra (2. Dünya Savaşı döneminde) İslami Hareket Birlikleri’nin muazzam teşkilat çalışmalarıyla Libya İtalya’yı topraklarından çıkarmıştır. Bu süreç içerisinde mandacı politikalarıyla Bingazi bölgesine İngilizler, Fizan bölgesine ise Fransızlar hakim olmuştu. Ama bu olumsuz gelişmelere karşı da yeni bir İslami bağımsızlık çalışması oluşturuldu ve nihayet Libya 1952 yılında bağımsızlığını tüm dünyaya ilan etti.

İktidardaki Türk dostu bir aileden gelen İdris es Sunnusi, Kaddafi’nin yaptığı darbe ile aşağı çekilmişti. İlk başlarda İslam yanlısı söylemlerle kendini kabul ettirmeye çalışan diktatör zamanla önemli İslam eserlerini Kuran’dan daha fazla ön plana çıkma (!) bahanesiyle imha ettirdi. Daha sonra kadın erkek eşitliğini bahane ederek kadınlara asker zorunluluğu getirdi ve askeri üniforma giyme zorunluluğu ile başörtüsü yasağı getirdi. 1984 Ramazan’ında muhalif sesleri bastırmak amaçlı olarak İslâmi hareket mensubu birçok kişiyi devrimcilik suçlamasıyla tüm dünyanın gözleri önünde iftar saati idam ettirdi.

Sanki diğer tüm İslami potansiyel sahibi ülkelerin başına gelen lider krizi bu ülkenin de başına gelmişti. Burada şu konuya dikkat çekmek istiyorum.
İslâmiyet’i ılımanlaştırma meselesi batının bir stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kâh bir diktatör aracılığıyla, kâh bir tarikat yoluyla, kâh rejimsel yollarla..

Dinini, tarihini ve geçmişlerini unutmayan İslam halkları özlemlerimle..


Enes ŞENGÖNÜL / Enver Paşa Dergisi

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol